içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’nin FESHİ İLE NE DEDİK?

2011 yılında TBMM’de kabul edilerek, iç hukukta uygulanabilir hale getirilen uluslararası İstanbul Sözleşmesi, bir gece ansızın Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile feshedildi. Öncelikle bu durumu bir iletişim kazası gibi algılayıp, sosyal medyada patlayan bu haberi görmezden gelip, erken yorumcu olmamak adına bir süre bekledim. Çünkü bazen yasal düzenlemelerde, düzenlemenin yapılmasından bir süre sonra düzeltme veya değişiklik yapıldığı görülebiliyor diye. Bu arada, ülkemizin değerli hukukçuları tarafından, kanun ile iç hukuka entegre edilmiş bir uluslararası sözleşmenin bir idari karar olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kaldırılamayacağı yorumları yapıldı. Üzerinden uzunca bir süre geçmiş olmasına rağmen, hiçbir değişiklik yapılmadı. Oysa, 2011 yılında, İstanbul Sözleşmesi davul ile zurna ile kabul edilmiş, toplumun her kesiminde kabul görmüş ve Türk yargı sisteminde önemli bir açıklığı kapatmış, o dönemki mevcut kanunlar çerçevesinde mümkün olmayan alan ve kişileri de korumaya almış bir çerçevede kanun olarak, sevinçle karşılanmıştı. O dönemde, bizler hukukçular olarak her fırsatta İstanbul Sözleşmesi’nin nasıl yenilikler getirdiğini, şiddet mağduru olanların bu düzenlemeden nasıl faydalanabileceğini anlatmaya çalışmıştık.

 

 

Şimdi ise, bu sözleşmeyi feshetme iradesine neden olan sebepleri anlamaya çalışıyoruz. Nasıl gelişmeler oldu ki, yüzyıl değil, 10 yıl önce havai fişeklerle kabul görmüş bir yasal düzenleme topluma nasıl bir zarar verdi ki, kaldırılması noktasına gelindi diye düşünme sürecine geçildi.

Bu süreçte, sözleşme feshi yüzünden, yurtdışında protestolar yapıldı. AB Parlamentosu’nda, bu fesih sürecinin hukuka uygunluğu, tartışıldı. Ülkemiz yargı dünyasında başkaca birçok hukuksal problem de varken, tek başına bu fesih süreci dahi, uluslararası hukuk önünde, ülkemizin yargılama sisteminin tartışılmasına neden olundu. Bu yüzden, İstanbul Sözleşmesi’nin feshi süreci, sadece bir sözleşmenin feshi değildir. İşte burada, İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin aslında neler söylemiş olduğunu, yazmak istedim.

Tüm bu tartışmalar dizininde, anlaşılan o ki, İstanbul sözleşmesinin feshine neden olan iki konu var. Birincisi, İstanbul Sözleşmesi’nin cinsiyetini kendisi belirleyen kişilerin de sözleşmenin kapsamına girmesinden dolayı, bu kişilerin, bu sözleşme kapsamında şiddetten korunmasının gerekli olmadığına dair bir düşünce.  Diğer genel kanun ve bağlı yasalarda, zaten yasal olarak korundukları için, ayrıca bu sözleşme kapsamında korunmalarına gerek olmadığı savı, cinsiyet seçiminin bu yasal korumalarla artacağı ve bunun da toplumun geleceği için iyi olmadığına dair inanç. Bu düşünce, aslında bir komplo teorisinden doğmuş olmakla, bu komplo teorisi çeşitli korkularla da besleniyor. Toplumların bazı güçler tarafından nüfusunun azaltılması için, cinsiyetsizliğe yöneltildiği ve İstanbul Sözleşmesi’nin de bu amaç için tasarlandığı üzerine kurulu bu komplo teorisine inananlar, toplumsal cinsiyet eşitliği olgusunun da bu amaçla özellikle beslendiğini savunuyor.

İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin yolunu açan diğer düşünce ise, görülen şiddete ilişkin tarafların kolayca yasal yola gidebilmesi halinde, aile kurumunun kolayca dağılacağı ve toplumun temeli olarak varsayılan aile kurumunun zarar göreceği düşüncesi. Bu düşüncenin de temeli de, yine korkulardan besleniyor.

Peki bu korkulardan beslenen düşüncelerin açtığı yoldan gidilerek İstanbul Sözleşmesi’nin normlar hiyerarşisinde yeri bulunmayan ancak bir idari karar olan kararname ile feshi ile biz uluslararası hukuka biz ne demiş olduk? Öncelikle, kanun ile yapılanı, bir gece yarısı idari kararı ile bozabiliriz, bu noktada, ülkemizde normlar hiyerarşisi yok demiş olduk. Kendi cinsiyetini seçen insanlar, bu seçimi yapmakla, aynı zamanda şiddete karşı hukuken daha az korunmayı da seçmiş olurlar, bunu da bir insan hakları problemi olarak da görmeyiz dedik. Devamla, ülkenin kadınlarının ve çocuklarının ruh ve can sağlığını, toplumun temeli olarak kabul ettiğimiz aile kurumuna feda ederiz dedik.

Bunlar kelimelerle ifade edilmemiş olsa da, uluslararası hukuk camiası bu cümleleri okudu. Artık, uluslararası camiada, ülkemizde hukukun var olduğunu anlatmak bir aşama daha zorlaştı.

Bu yazı 8469 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum