içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Umarım yolunuz düşer bu köylerden birine

Bodrum’da yaşayan yazar Ayser Özbulut sık  sık seyahat eder. Karadenizi dolaşır, memleketi Fındıklı’yı gezer, akrabalarıyla köylüleri ile kucaklaşır, en güzel yazıları en güzel fotoğraflarıyla Karadeniz’den Ege’ye Bodrum’a bize ulaştırır. Gezdiği, gördüğü yerleri roman tadıyla anlatır, yazının içerisinde rüyalara dalar gidersiniz, o kadar güzel anlatır ki yazının gerçekmi , hayal dünyasında mı olduğunu bir an karıştırırsınız. Özbulut yine böyle bir gezi – romanı kaleme aldı, büyük bir zevkle okuyacağınıza inanıyoruz. Anterhaber.com

 

 

Gezgin değilim fakat fırsat buldukça yeni yerler görmeye bayılırım. Her gittiğim yerde çok şey görür çok şey öğrenirim. Yeni insanlar tanır onlarla gülümser onlarla hüzünlenirim. Zaten Ahmet Kutsi Tecer’in kendi köyüne özlemini anlattığı “Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür” şiiri hepimizin özlemini duyduğu bir yerlere atıfta bulunmaz mı?

Eylül ayında memleketim Fındıklı’ya gitmiştim. Eniştem Yaşar Alyazıcı bal üretimi ile ilgilenir. Rize’nin meşhur Anzer Balı’nın menşei Anzer Yaylası’na gitmeyi önerdi bize. Yeğenlerimle birlikte sabahın ilk ışıklarıyla yola çıktık. Sağımızda köpüklü dalgalarıyla öfkeli Karadeniz, solumuzda Kaçkar’ın puslu gölgesinde yeşilin her tonuyla gülümseyen çay bahçeleri, otomobilin müzik çalarında tulum eşliğinde yol havası…  Keyfimiz yerinde kısacası.

Sırasıyla Ardeşen, Pazar, Çayeli, Rize, İyidere’yi geçtikten sonra denizden uzaklaşıp Kaçkar’a doğru çıkmaya başladık. Kalkandere’den yukarı vurduk kendimizi İkizdere’ye ulaştık. Rize, derelerin yaylaların memleketidir. Vadinin üzerinde mesafeli Rize evleri, bahçeler, bostanlar, akarsular, Taşköprüler, asma köprüler hepsi bir arada muhteşem, yeni yapılmış yolda süzülüyoruz rahatça, Kaçkar’a doğru yükseldikçe bulutlar bizi takip ediyor.

 

 

Anzer Yaylasına gitmek için diğer adı Ballı Köy olan Anzer Köyü sapağına geldik. Köyün girişinde Jandarma ekipleri aracımızı durdurdu. Köye ne amaçla geldiğimizi sordular. Biz de Turistik gezi amacıyla geldiğimizi söyledik. Pandemiden dolayı Köye girişin kısıtlandığını Anzer Yaylasına çıkamayacağımızı söylediler.

Arabanın içinde hepimiz maskeli oturuyor olmamıza rağmen, yol boyunca doğa bizi o kadar büyülemiş ki Pandemi durumunu unutmuşuz… Hepimizin morali bozuldu tabi, kendi sağlığımız yerinde olduğundan eminken bir köyün karantinada olduğunu öğrenmek durumun ne kadar vahim olduğunu açıkça göstermişti bize.

Eniştem, “Bir kere çıktık yola, moral bozmak yok, Anzer Balı ayarında bal üreten bir köy daha var. Bayburt’un Yoncalı Köyü. Hadi oraya gidiyoruz.”  Deyince çevirdik direksiyonu ve kendimizi Ovit yaylasında bulduk. Yeşil Yol da yolmuş hani eskiden olsa buralara ulaşmak saatler alırdı. Yayla yağı yayla peynirinden yapılmış muhlamaları hüplettik köy ekmeğiyle. Biraz yayla havasıyla temizledik ciğerlerimizi. Tekrar yola devam. Ovit Tüneline girdik. Tünel 14 Km. Tünelden çıktığımızda iklim değişmişti. Bulutlar dağılmış ince ince yağan yağmur yok olmuştu. Erzurum yolundan devam edip Bayburt yönüne döndük. Sanki Doğu Anadolu’da seyahat ediyormuş hissine kapıldım bir anda. Bir süre ilerledikten sonra kel ve kayalık dağların arasındaki stabilize yoldan ilerlemeye başladık. Çoruh nehrinin kollarının oluşturduğu küçük vadilere rastladık yer yer. Hatta hayıflandı eniştem keşke ağ alsaydık bu derelerde kırmızı benekli alabalık olur avlanırdık diye.

 

 

Yol devam ederken bozkırın ortasında hissediyoruz kendimizi. Sanki kuş uçmaz kervan geçmez tabiri, bu bölge için söylenmiş. Telefon çekiyor şansımıza, navigasyon kaybolmamıza izin vermiyor. Artık seyredecek ne bir ağaç ne de bir su birikintisi var etrafımızda güneş o kadar dik ve parlak ki arabanın camından bakmak bile zorluyor gözlerimizi. Tam köye ulaşma umudumuz azaldığında yeğenimden gelen ses canlandırıyor hepimizi “Yoncalı köyü sağa dön.”

Devam ettikçe yol kenarlarında giderek artan küçük bitkiler çıkıyor karşımıza. Kıp kırmızı meyveleri var. Kuşburnu olduğunu fark ettiğimizde dikenlerinden yaralanmamızı önemsemeden dolduruyoruz doğanın bereketini torbalarımıza. Giderek yeşilleniyor doğa, Çoruh bir kolunu ta buradan uzatarak bu köye can vermiş adeta. Fasulye tarlaları çıkıyor karşımıza yer yer. “Meşhur şeker fasulyesinin ana vatanı burası “ diyor eniştem. Rengârenk dağ erikleri kırmızı mor sarı sarı gülümsüyor torbalarımıza. Yine yaralanma pahasına saldırıyoruz, yabani eriklerin lezzetine kaptırıyoruz kendimizi…

 

 

Köyün merkezine geldiğimizde gencinden yaşlısına sıcak bir karşılamayla karşılaşıyoruz. İki küçük kız rehberlik ediyor bize. Karış karış geziyoruz güzel köylerini. Eniştem Bal için geldiğimizi söyleyince “En iyi balı benim babam üretir bu köyde “ diyerek havasını da atıyor bize sarı kız. Dere kenarında çay ikram ederken “Bal deyip geçmeyeceksin. Anzer Balı ile aynı ayarda balımız. Anzer Yaylası aha karşıki dağın arkası. Arı bu, oradan alır buraya getirir.” Diyor rehberimizin babası.

Meşhur şeker fasulyesinin en ‘has’ı Yoncalı’da yetişirmiş meğer. Rehberlerimiz bizi önce tarlasından topladığı fasulyelerini ayıklayan Şehriban teyzenin yanına götürüyor.  Turşuluklarla, kurutulacakları ayıklarken “Burada her şey doğal, ırmaktan sularız tarlalarımızı Biraz erken geldiniz daha kurutamadım fasulyeleri. Satamam bu nedenle. İsterseniz Yukarı Yoncalı’ya gidin Nuh’un fasulyesi erken olur, oradan satın alırsınız.” Diyerek Fasulyenin membaına yönlendiriyor bizi Şehriban Teyze.

 

 

NUH’UN GEMİSİ ÇIKTI KARŞIMA…

Biraz daha yükseğe çıktık. Yükseldikçe daha da yeşilleniyor köy. Her köşede meyve ağaçları, yaprakla toprak kokusu birbirine karışmış nefesimizi açıyor. Ahşap bir eve geliyoruz tarife uyarak. Yanında da evin eklentisi duruyor. Koca bahçe sergilere serilmiş fasulyeler, barbunyalar, kuşburnu ve çeşit çeşit meyveler… “Nuh Bey!” “Nuh Bey!”  diye sesleniyorum. “Beylik bizim işimiz değil kızım, biz kendi tenceremizi kendimiz kaynatırız.” Diye çıkıyor karşımıza kolunda hanımıyla. Var 85-90 yaşında, fakat çakı gibi maşallah. “Hoş geldiniz. Hoş geldiniz.” Diyerek gülümsüyor bize. Sonra sesleniyor “ Hanım getir fasulyeleri.” Alıyor avunun içinde gösteriyor bize. “ Altmış senedir üretirim bu fasulyeyi. En  iyisi bende. Üstelik İspir fasulyesi gibi kabuk atmaz. Dokun, dokun, inci gibi.” deyip elimi daldırıyor fasulye tenekesine. Bu kadar tatlı insanlardan alışveriş yapılmaz mı? Bereketli olsun – bereketini gör temennileriyle kapattık alışveriş faslını.

“Bu kadar uzak yerde nasıl yaşıyorsunuz. Kışın zor olmuyor mu? Diye sordum. “ Sarıldı hanımına, (hanım da hanım yani dünya güzelidir benim hanım diye tanıştırmıştı) biz buradan hiçbir yere gitmeyiz. Ekeriz, biçeriz, yer içeriz. Köyde her şey var. Şehre giden gelen olur fazlasını oradan getirir. Siz gibiler gelir ürünlerimizi satarız. Huzur içinde yaşar, geçinip gideriz…”

 

 

Nuh amaca güzel konuşuyor aslında. Evin eklentisi “Nuh’un Gemisi” gibi,  içi erzak dolu. Neye ihtiyacı varsa yanında zaten. Ne kadar büyük zenginliğe sahip, adı huzur olan… İnsanın kıskanası geliyor…  

 

 

Yaşadığın yerde her şey doğal olursa, yazı yaz, kışı kış gibi yaşarsan, ektiğini pişirirsen, doğal kaynak suyunu içersen elbette huzur içinde yaşar 90 yaşında çakı gibi olursun…

Koca koca şehirlerde, o kalabalıkların içinde, gürültü, trafik, teknoloji, siyaset, ekonomik krizler, hastalıklar, adını koyamadığım kavgalar içinde boğuştuğumuzu düşünmeden edemiyorum. Biz mi yaşıyoruz hayatı dolu dolu, onlar mı yaşıyor? Kafam karıştı.

Cennet ülkemizin her köşesinde “Gitmesek de kalmasak da o köy bizim köyümüzdür.” Diyeceğimiz o kadar çok yer var ki… Umarım yolunuz düşer bu köylerden birine. Ve adı huzur olan o zenginliğin tadına bakarsınız. Benim yolumun Bayburt’un Yoncalı Köy ’üne düştüğü gibi, adı huzur olan o zenginlikten tattığım gibi…

Sevgi ve Dostlukla

AYSER ÖZBULUT

 

Bu yazı 15718 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum